Skip to main content

Bitcoin İle İnsan Hakları Arasında Türkiye’de Yeniden AB’yi Düşünmek

By AB Katılım Müzakereleri

Yönetim Kurulu Üyemiz Doç.Dr. Zeynep Alemdar’ın bu yazısı Sosyal Demokrat Dergisinde yayınlanmıştır.Bakınız http://www.sosyaldemokratdergi.org/zeynep-alemdar-bitcoin-ile-insan-haklari-arasinda-turkiyede-yeniden-abyi-dusunmek/

2016 yılında yapılan bir araştırmaya göre, yapay zeka Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının %79’unu öngörebiliyor.[1] İnsan Hakları Mahkemesi’nin hem de işkence ve kötü muamele, adil yargılanma ve özel yaşam hakkı gibi konulardaki davalarda aldığı kararların bilgisayar programlarıyla öngörülebildiği bir dönemde yaşıyoruz. Dünya Ekonomik Forumu’nun Mesleklerin Geleceği Raporu’na göre bugün ilkokula başlayan çocukların %65’i şu anda mevcut olmayan, bilmediğimiz bir işte çalışıyor olacak. Teknoloji böyle bir hızla değişerek bildiğimiz dünyayı da dönüştürüyor. Örneğin, Almanya’nın başı çektiği Sanayi 4.0, kapitalizmin de kurallarını değiştirdi. Eskiden sermaye ve işgücü faktörleriyle oynanarak yapılan verimlilik hesapları artık verimliliği kendi başına bir faktör alarak onun üzerinden gelir nasıl artar üzerine yapılıyor. “Block-chain” teknolojisi, aslında kişiler arasındaki güvene dayalı işlemlerin bankalar gibi devletlerin kontrolünden çok da kurtulamayan kurumlar tarafından kaydedilmesi ihtiyacını ortadan kaldıran bir şifre yapısıyla şu sıralar her gün ismini duyduğumuz Bitcoin adlı bir kripto-para çeşidi yaratmış durumda.

Teknoloji, endüstri ve ekonomi bu şekilde ve -daha da önemlisi- şimdiye kadar dünya tarihinde rastlanmamış bir hızla değişirken, alışılmış düşünce kalıplarımızı kırmaktan başka bir çaremiz yok. Her ne kadar gündem içinde boğuluyor ve bugünden yarına hangi haberle uyanacağımızı bilemiyorsak da, Türkiye’nin demokratikleşmesi için çalışanların ve hukukun üstünlüğü, insan hakları ve ifade özgürlüğünden yoksun bir ülkede yaşamak istemeyenlerin Türkiye için bir gelecek düşüncesi oluşturması gerekiyor. Ekonomik ve siyasi olarak önümüzde 2023 vizyonu dışında geliştirilmiş bir gelecek planı yok. Eski öğretilerimizden, şüphelerimizden sıyrılarak ortak bir gelecek tahayyülü yaratmak zorundayız.

Bu düşüncede Avrupa’nın da çok önemli bir yeri olduğu aşikar. Avrupa içinde bulunduğu kriz nedeniyle  kendi kendini yeniden tasarlar, geleceğini nasıl şekillendireceği üzerine planlar yaparken, bizler için de en iyi zamanlama şimdidir. Türkiye’de de şimdiye kadar hep Avrupa’nın bizi nasıl algıladığı, bize nasıl davrandığı, tam üyelik verip vermeyeceği üzerinden kurduğumuz Avrupa düşüncesini Türkiye’de bizler nasıl bir Avrupa isteriz üzerinden kurmalıyız.

Şu anda tüm devletler ve uluslararası kurumlar hem kendi varlıklarını nasıl sürdürebilecekleri hem de bu sistemsizliği kendi sistemleriyle nasıl uyumlandıracakları üzerine çabalıyorlar. Herkes sistemle bildiği şekilde başetmeye çalıştığından bir yandan popülist söylemler, ulus-devletlerin ezberi olan milliyetçilik, militarizm olanca çirkinlikleriyle ortalığa dökülürken, bir yandan da dayanışmacı birliktelikler, ezber bozmaya çalışan siyasi hareketler ve bu farklı uçların arasındaki geçişler, birbirlerinin karşılarına çıkarken ürettikleri dil, aslında içinde bulunduğumuz siyaseti çok farklı şekillerde etkiliyor. Avrupa’da Macaristan başbakanı Victor Orban ya da Hollandalı aşırıcı Geert Wilders’a karşı Avrupa’nın sosyalistleri ve demokratları “Together (Beraber)” adlı hareketin altında birleşip daha sosyal bir Avrupa’nın yeniden nasıl yaratılabileceği üzerine çalışıyorlar.

Türkiye’de AB’ye yüksek kamuoyu desteği

Peki Türkiye’de neler oluyor? IKV’nin 2018 Ocak ayında açıklanan kamuoyu araştırmasına göre Türkiye’de AB üyeliğine destek, 2017 yılında %78.9’a yükselmiş durumda. Nisan 2017 referandumundan sonra oldukça gerilen Türkiye-AB ilişkilerine karşın AB yanlılığının bu kadar yüksek olması, Türkiye’de AB hakkındaki kamuoyu araştırmaları açısından oldukça ilginç. Normal zamanlarda Türkiye’de AB üyeliği desteği hep AB’nin Türkiye’ye nasıl davrandığı üzerine yetkililer ve medya tarafından yaratılan polemikle doğrudan orantılıdır. AB-Türkiye ilişkilerinin resmi olarak iyi olduğu zamanlarda kamuoyu da bunu takip eder, resmi ilişkiler kötü olduğu zamanlarda halk da zaten AB’den nefret ediyordur. Oysa AB ile resmi ilişkilerin çok sorunlu olduğu, seçimlerden bakanın “istenmeyen yabancı” ilan edilmesine kadar görülmemiş gerginliklerin olduğu zamanda AB’ye desteğin artmış olmasını nasıl açıklayabiliriz?

%87.8’i Avrupa’yı hiç ziyaret etmemiş; AB hakkında “biraz” bilgi sahibi olduğunu belirten; AB hakkındaki bilgisi gazete, TV ve radyolardan gelen ve %68’i Türkiye’nin AB üyesi olmayacağına inanan halk neden AB’yi desteklesin?  Refah ve ekonomik gelişmişlik seviyesinin iyileşeceğine, Avrupa’da yerleşme, dolaşım ve eğitim hakkı olacağına ve demokrasi ve insan haklarının gelişeceğine inandıklarından.[2] “AB sizin için ne ifade ediyor?” diye sorulduğunda ise cevap “yüksek refah, demokrasi ve kültür ve uygarlık”.

Peki siyasetçilerin AB söylemleri nasıl? CHP hükümetten bağımsız, yukarıda bahsettiğimiz döneme uygun bir dış politika söylemi üretmek bir yana, dünyanın ve bölgenin dinamiklerini anlamaktan uzak, eski öğretilerle kısırlaşmış ve bu anketin sonuçlarına da bakarsak halkın nabzını da tutamayan bir halde. Hükümet, bir yandan Avrupalı ortaklar aramak için üst düzey ziyaretler düzenlerken,  bir yandan da aynı ziyaretler sırasında ilişkileri daha da geriyor. 65 yıl sonra ilk kez cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerçekleşen Yunanistan ziyareti Ege adalarını işgal restleşmesine dönüştü. Fransa ziyareti Fransız medyasında hiç de Türkiye medyasındaki gibi başarılı ticari bir ziyaret olarak karşılanmadı;  Fransız Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye’deki gelişmelerin Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bir ilerlemeye izin vermediğini söyledi.

Oysa şu anda AB, bir yandan kendi geleceğiyle ilgili endişelenirken -Avrupa kamuoyununun nabzını ölçen Eurobarometre bulgularına gore- 2014 yılından bu yana ilk kez terörizm ve göç sorunu Avrupa’da ekonomi ve işsizlikten daha büyük sorunlar olarak görülüyor. Dolayısıyla Avrupa’nın içinde bulunduğu terör endişesi, göçmen krizi ve AB’nin 2007 yılından bu yana içinde olduğu ekonomik kriz, Türkiye gibi önemli bir komşuyla ilişkilerin gözardı edilemeyeceği bir dönemde.

Türkiye, uluslararası konjonktürde oldukça kötü durumda. Ortadoğu, Rusya, Amerika’yla ilişkilerimiz Dışişleri’nin tüm geleneklerini ve bizim de tüm ezberlerimizi bozan bir şekilde yerle bir olmuş durumda. Oysa AB Türkiye’nin pusulasında hep aydınlanma, insan hakları, ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğüne işaret eder. Dahası, AB, yazının başında değindiğimiz teknoloji, endüstri ve ekonomi değişimleriyle de başetmeye bizden çok daha hazırlıklı durumda. Biz kız çocuklarının hamilelikleri, erken evlenme yasalarıyla uğraşırken AB eğitim, araştırma ve inovasyon yatırımları sayesinde yeniden gücünü kazandı. Avrupa Yatırım Bankası inovasyon yatırımlarını 2008 yılından bu yana %87 oranında artırdı.[3]

Şu anda Türkiye’deki gidişattan memnun olmayan herkesin, bazen haklı nedenlerle hissettiği Avrupa şüpheciliğinden vazgeçip hala en önemli ekonomik partnerimiz, uzun bir ortak geçmişimiz olan, gelecekle başetmeye bizden daha çok hazırlıklı olan ve Türkiye’deki demokratikleşme sürecinde çıpa olarak katkısı bulunan Avrupa hakkında yeniden düşünmeye başlaması ve yeni politikalar üretmek üzerine düşünmesi gerekli.

AB’ye ilişkin düşünce ve politika üretimini nasıl yapabiliriz?

Avrupa kendisini, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından yaşanan ve 20. yüzyılda topraklarının ortasında üçüncü kez ortaya çıkan korkunç savaş ve zulümün ardından AB’ye alelacele üye olarak aldığı eski Sovyet bloku ülkelerini ”nasıl AB’nin değerleriyle uyumlu tutarım?” sorusunun içinde buldu.

Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin popülist ve aşırıcı liderleri, bir yandan Avrupa’nın ortasında nefret söylemi sayılabilecek bir dille göçmen ve yabancı karşıtlığı yaparken; bir yandan da AB’nin kendi geleceği için yaptığı senaryolardan, AB üyesi ülkelerin istedikleri alanlarda bütünleşmeye katılıp diğer alanlarda bütünleşmenin dışında kalma senaryosuna karşı çıkıyor.  AB’nin geleceği tartışmalarında çok vitesli Avrupa ya da gönüllüler koalisyonu olarak adlandırılan bu senaryoya yeni Avrupa ülkelerinin karşı çıkma nedenleri, ikinci sınıf Avrupa üyeliği gibi bir durumda kalmaktan korkmaları.[4] Bu ülkelerin ikircikli yaklaşımı da gösteriyor ki, aslında AB hala bir değerler Avrupası olarak mevcut ve liderlerin popülist söylemlerinin ötesinde hala güven duyulan bir kurum olarak duruyor.

Türkiye’de de, Avrupa konusundaki tüm bilgisizliğe, daha doğrusu yanlış bilgi bolluğuna karşın, aslında Avrupa’nın temel haklar ve özgürlükler, sosyal haklar bakımından Türkiye’nin çok ilerisinde olduğu ve bu gelişmişlik düzeyine erişme yolunda ve hayalinde olmanın Türkiye’yi bölgesinde de öne çıkardığının bilinci mevcut. O nedenle şimdi düşünmemiz gereken,  Avrupa’nın bize nasıl davrandığı, tam üyelik, imtiyazlı ortaklık tartışmaları değil;  Türkiye’de bizler nasıl bir Avrupa isteriz olmalı. Nasıl bir AB ile ne tür ilişkiler Türkiye’nin demokratikleşmesi için faydalı olabilir? Türkiye’nin teknolojik ve ekonomik geleceği bakımından AB ile ne gibi ilişkiler bize daha faydalı olur? Her ne kadar bu fayda dili bir değerler tartışmasında hoşumuza gitmese de, Türkiye’de bazı kesimlerde kalıplaşmış reaksiyoner AB karşıtlığını ya da AB’ye yönelik umutsuz tavrın ötesinde, Avrupa ile ilgili bilgimizi artırmak bir çözüm olabilir. Örneğin Gümrük Birliği’nin yeniden müzakere edilmesi gibi ekonomik ve insan hakları, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü ile hiç de ilişkili görülmeyen bir başlık, aslında kamu ihalelerinin hukuka uyumluluğu, rekabet koşullarının iyileştirilmesi ve anlaşmazlık çözme mekanizmalarının iyileştirilmesinin konu edileceği, bu nedenle de hukukun üstünlüğü ve bununla ilgili tüm alanlara da yansıyacak bir konu.

AB ile göç, uluslararası terörizm ve Gümrük Birliği konuları hala müzakerelere neden olurkenTürkiye içinde de bu konuları daha iyi bilmek ve Avrupa kendi geleceğini kurarken Türkiye’nin de bu gelecek içinde nerede olacağı üzerine kendisi için planlar yapmak belki bize de bu belirsiz zamanlarda bir umut verir.

[1] Münazara Masası, Sosyal Hukuk dergisi, Temmuz- Ağustos 2017, 34-35. http://www.ucl.ac.uk/news/news-articles/1016/241016-AI-predicts-outcomes-human-rights-trials

[2] IKV 2017 AB Araştırması, Basın Toplantısı Sunumu

[3] https://qz.com/597791/europe-is-lagging-the-us-in-innovation-but-thats-about-to-change/

[4] “Quo Vadis Avrupa? Brexit sonrası AB için Muhtemel 5 Gelecek Senaryosu,” IKV e-bülten1-15 Mart 2017.

 

Almanya ve Fransa Seçimlerinin Ardından AB’nin Geleceğine İlişkin Olasılıklar

By AB Katılım Müzakereleri

TURABDER Başkan Yardımcımız  Doç. Dr. Zeynep Alemdar Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD Dış Politika Forumu’nun  “Almanya ve Fransa Seçimlerinin Ardından AB’nin Geleceğine İlişkin Olasılıklar” başlıklı toplantısına katılarak bir konuşma yaptı.

Dış Politika Forumu Direktörü Prof. Dr. Hakan Yılmaz’ın moderatörlüğündeki toplantıda Avrupa’nın ileri gelen düşünce kuruluşlarından Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) Berlin Ofisi Başkanı ve Kıdemli Uzmanı Josef Janning ve Institut Montaigne Avrupa Birliği Uzmanı Morgan Guérin’in yanısıra Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Özge Zihnioğlu da sunumlar yaptı.

Katılımcılar, TÜSİAD Konferans Salonu’nda Kasım 2017 Perşembe günü gerçekleşen toplantıda sivil toplum ve iş dünyasından katılımcıların sorularını da yanıtladılar.

Alemdar, Avrupa’nın içinde bulunduğu terör endişesinin, göçmen krizinin ve AB’nin kendi içinde yaşamakta olduğu yapısal sorunların, Türkiye-AB arasında gerilimli de olsa devam eden bir diplomatik ilişkiyi beraberinde getirdiğini ifade etti. 2017 Eurobarometre bulgularına göre, 2014 yılından bu yana ilk kez terörizmin ve göç sorununun Avrupa’da ekonomi ve işsizlikten daha büyük sorunlar olarak görüldüğünü belirten Doç. Dr. Alemdar, küresel ekonomide Çin’in payı büyürken, Avrupa’nın payının gittikçe daraldığını ifade etti. Bunun yanı sıra, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin popülist ve aşırıcı liderleriyle Avrupalılık değerlerini savunanlar açısından endişe verici olmaya başladığını kaydetti. Keza, İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerde dahi ırkçı söylemlerin yükselişe geçtiğini belirtti. Tüm bu gelişmeler ışığında Avrupa değerlerinin tehlikede olduğunu söyleyebileceğimizi ve Brexit’in bir tür yeniden yapılanma çağrısı olarak okunabileceğini kaydeden Alemdar, Mart 2017’de açıklanan Beyaz Kitap’a yakından bakarsak Avrupa’nın geleceğine ilişkin üç senaryonun öne çıktığını belirtti.

İlk senaryonun Avrupa Birliği’nin yalnızca bir pazara dönüşmesi olarak özetlenebileceğini ifade eden TURABDER Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Zeynep Alemdar; uluslararası konularda iş birliği ya da vatandaşlık haklarında bir düzenleme öngörmeyen bu senaryonun AB liderlerinden pek destek bulmadığını kaydetti.

Ancak yine de bu senaryonun gerçekleşmesi halinde, Türkiye’nin AB üyeleriyle yalnızca ikili ilişkiler kurabileceğini ifade eden Alemdar, bu ikili ilişkilerin de kısa süreli krizlere daha az dayanaklı olacağını ve Türkiye için AB’nin hiçbir çıpa olma ihtimalinin kalmayacağını ifade etti.

İkinci senaryonun, AB’nin daha az alanda (inovasyon, ticaret, güvenlik, göç, sınır güvenliği gibi) daha etkin çalışması olarak formüle edildiğini; ancak bu senaryonun da AB’nin mevcut parçalı yapısını göz önünde bulundurursak, öncelikleri kimin belirleyeceği sorusunu cevapsız bıraktığını belirtti.

Bu senaryoda, AB’de hangi ülkelerin güvenlik, savunma, göç gibi alanlarda karar alacağının Birliğin Türkiye ile ilişkileri açısından da belirleyeci olacağını ve Türkiye’nin özellikle NATO ile ilişkilerinin de iyi gitmediği dönemlerde bölgesel güvenlik mekanizamlarına nasıl katılacağının belirsizleşeceğini iletti.

Üçüncü senaryonun ise, istekli üyelerin bazı politika alanlarında daha ileri entegrasyona gidebileceği çok katmanlı bir model öngördüğünü belirten Alemdar, bu senaryonun da bürokratik karar alma süreçlerini karmaşıklaştırmak ve vatandaşların AB’den faydalanma düzeyini vatandaşı oldukların ülkenin insiyatifine terk etmek gibi sonuçlar yaratabileceğini kaydetti. Komisyon başkanı Juncker’in 2017 Eylül ayında yaptığı konuşmaya bakılacak olursa, hâlihazırda üzerinde durulan senaryonun bu sonuncu senaryo olduğunu belirten Alemdar, yaşanacak dönüşümde Türkiye’nin nerede duracağını bugünden düşünmemiz gerektiğini ifade etti.

Yakın gelecekte Türkiye’nin de dahil olduğu bir genişleme sinyali göremesek de; göç, sınır güvenliği ve terörle mücadele alanlarının hem Türkiye’nin hem de AB’nin birbirlerine ihtiyaç duyduğu alanlar olarak var olmaya devam edeceğini kaydeden Alemdar, Türkiye’nin mülteci anlaşması, terör karşıtı koalisyon ve Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenmesi başlıklarına odaklanması gerektiğini ifade etti. Uluslararası sistemin arafta olduğu, bir yanda akıl almaz teknolojik gelişmelere tanık olurken, diğer yanda popülist indirgemeciliğin seçmene bu denli cazip geldiği bir ortamda, Türkiye’deki AB dostlarının da beraber daha sıkı çalışması gerektiğini ifade etti. Bağlantı

 

Şeytanın Sözcülüğü

By AB Katılım Müzakereleri

Institut du Bosphore’un 7ci Kongresindeki panelde aşağıdakileri söylemiştim. Pesimisttim ama olumlu olmaya da çalışıyordum. Bakalım bu sene ne diyebileceğim…Gelecek blogumu ay sonunda sitemize yerleştirdikıten sonra okursunuz….

“Etre l’avocate du diable n’est pas chose facile surtout lorsque l’on est en face d’un diable à multiples têtes,  chaque tête se contredisant, cachant leurs intentions réelles, chacune semblant jouer un jeu dont on ne sait vraiment ce qui en résultera, voulant faire a sa tête alors qu’elles sont toutes reliées au même corps, à ce monde qui est a nous tous.

Les questions que je me pose et auxquels j’aimerai trouver des réponses satisfaisantes sont comme suit:

Ou en est L’UE en cette année qui s’annonce bien difficile avec une économie défaillante, des chômages accentués par une crise des refugiés, des migrants, possibilité d’un Brexit, des montées ultranationalistes, et une Commission qui se voit comme la dernière chance pour une Union unifiée.

Les membres de l’UE ne sont pas seulement sous le poids d’une crise domestique ou interne mais sous le poids d’une crise régionale et mondiale. N’arrivant pas trouver des solutions rapides a ces crises elle semble se fractionner Les tenants du retour a la nation augmentent. Je n en dirait pas plus long. Le sujet vient d’être traité.

Ce qui me fait arriver a posé ma deuxième question.

Est t’on aujourd’hui en face de ce que l’on pourrait décrire comme des contreparties logiques entre l’UE et la Turquie, ou doit on parler d’un marchandage aberrant comme le décrit avec presque les même termes le premier ministre Turc M. Davutoğlu et  les membres des partis d’oppositions des pays membres de l’UE.

L’UE se voit affaiblie et divisée et croit voire en face d’elle une Turquie en position de force ce qui est loin de refléter la vérité car elle aussi est divisée, isolée de ces alliés, affaiblie par ce qui se passe a l’Est du pays, le long de ces frontières, et concernées par une économie qui ralentit et causera une hausse du sous-emploi, faillite des petites entreprises et autres…

Lorsque l’on regarde ce qui est dit du projet d’accord conclu le 7 Mars dont les détails ont du être  affinés hier et aujourd’hui on voit que  l’UE conçoit ce qui est fait et se fera  comme des concessions, des concessions importantes  alors  que la Turquie voit ceci  comme ce qui lui est du, comme une accélération de son processus d’adhésion a l’UE chose qui aurait du se faire automatiquement mais qui aujourd’hui se fait en échange de son engagement à bloquer l’afflux de migrants et refugiés en Europe, a reprendre ce qui sont a leurs portes. Cela aboutit à la réponse suivante: C’est un marchandage qui est entrain d’être conclut mais je garde quand même l’espoir que cela pourrait aboutir à des conclusions  pouvant  doper les relations entre la Turquie et l’UE dans les années à venir.

Mais quels sont les véritables pensées des deux parties concernées au sujet de l’adhésion de la Turquie  à l’Union Européenne. 

La Turquie veut elle vraiment faire part de cette Union, veut elle vraiment être “Européenne”? Lorsque on la regarde on voit plus d’une Turquie. Une qui pense  qu’une démocratie musulmane  basé sur le modèle de la démocratie chrétienne pourrait se faire grâce à un ancrage démocratique guidée par l’UE mais qu’elle voit aujourd’hui en dérive. Une autre qui se moyen-orientalise de plus en plus pour des raisons diverses mais qui a été aussi influencé par le refus d’une candidature basé sur des critères qui ne sont d’ailleurs pas toujours remplit complètement même par les membres de l’UE. A ce moyen-orientalisation s’ajoute une dérive autoritaire et une fermeture politique du pouvoir politique. La lutte contre le terrorisme en montée dans le pays semble avoir donné a l’Etat carte blanche pour faire ce qu’il entend. On essaye de façonner le système judiciaire afin d’assujettir le judiciaire à l’exécutif, façonner aussi le système universitaire qui est un des derniers piliers à rester un lieu de libre parole. façonner toute la Turquie lui donnant ainsi un caractère plus moyen oriental qu’il ne l’était auparavant. S’éloigne t’on d’une démocratie pluraliste, ou dérivons nous vers un régime guidé par une majorité a caractère néo féodal les jours à venir nous le dirons plus précisément

Et que fait l’UE face à ces développements dans ce pays candidat à l’UE? S’accommode-t-elle à ce développement pour que le jeu du commerce puisse continuer? N’est ce pas d’ailleurs la raison pour laquelle la plupart des chapitres ouverts ne concernent en grande partie que les sujets économiques, comme le dernier chapitre ouvert, le chapitre 17 qui est consacré à la Politique Economique et Monétaire portant ainsi à 15 le nombre de chapitres ouvert sur les 35 existants. Comment expliquer pourquoi l’ouverture des chapitres 23 sur la réforme judiciaire et les droits fondamentaux et 24 sur la justice, la liberté et la sécurité n’ont pas fait partie des priorités  absolues au cours des négociations menées entre la Turquie et l’UE? N’est ce pas ces mêmes deux chapitres qui ont toujours fait partie des priorités absolues au cours des négociations menées avec d’autres candidats. Pourquoi ne pas énoncer à chaque fois les principes de Copenhague pour pouvoir adhérer a l’UE, le respect de droit et des droits fondamentaux dont la liberté de réunion et d’expression? La Turquie aurait été bien différente si cette duplicité dans nos relations n’avait pas existé. Ce qui me force a posé une question à laquelle je ne répondrai pas. Je vous laisse décider. La veut on vraiment démocratique?

Il me semble que l’UE semble mener les discussions avec la Turquie non pas comme si elle était un pays candidat a l’UE mais plutôt comme un pays tiers avec lequel on mène des négociations sur des sujets économiques qui tiennent au cœur des membres. D’ailleurs lorsque l’on examine le nouveau programme de 18 mois du Conseil le nom de la Turquie n’est cité que deux fois: une fois sur la possibilité de moderniser l’Union Douanière avec la Turquie et une seconde fois sur  le plan d’action sur la migration avec la Turquie. On ne parle ni de sa candidature, ni de son accession a l’UE, ni de l’ouverture de nouveaux chapitres.

Les pays membres de l’UE veulent elle vraiment une Turquie membre de l UE. Il me semble que la réponse aujourd’hui semble être tout simplement non. Cela n’est pas pour aujourd’hui ou demain. Est ce que la Turquie fait ce qu’elle a à faire pour devenir vraiment membre de l’UE? La réponse est la même : Non pas aujourd’hui, mais peut être demain.

J’aimerai terminer sur un ton plus optimiste. L’UE peut être imparfaite et on comprend très bien les critiques faites soit par la droite soit par  la gauche. Mais il  nous faut nous souvenir que les problèmes que nous faisons face sont plus régional, global que national. Sous les conditions actuelles, penser qu’un Etat omnipuissant pourrait trouver une solution a tout nos problèmes serait d’un irréalisme immense. Ce que vous avez de meilleur en ce moment est l’UE, gardez la intacte.

Et pour ce qui est de la Turquie, les statistiques démontrent qu’un plus grand nombre de la population Turque qu’elle soit de la droite ou non est pour une UE   Notre candidature et notre adhésion a l’Union ne devrait pas etre oubliee. Faites que les nouveaux chapitres qui seront ouverts si ce deal que certains voit comme immoral est conclu soient les chapitres 23 et 24. Finissons en de cette duplicite( ikili oyundan)

Je suis consciente que ce je viens de dire n’est pas tres satisfaisant, que ce sont des  wishful thinking, des exhortations à conserver de l’espoir. Ma presentation fait la part trop belle au constat negatif et pas assez au positif. In fine c’est un texte pessimiste et c’est probablement ce que ressent l’ensemble des participants que nous avons ici. Mais qu’y puis je?

Aurais je du tout changer.. Bien sur que non car c’est ma  perception et elle est aussi valable que d’autres. Il n’empeche que la tonalité de ce que j ai dit  est ce qu’elle est. In fine les optimistes restent confinés a une vision trop idyllique pour etre reelle. Mais le monde a besoin d’une dose d’irreel . Les montagnes ne sont jamais deplacées par le realisme et la notion du possible mais par le reve et la disruption des idées communement admises. Je n en ai pas encore entendue une ….”